top of page

Çocuk odaklı olduk...

Günümüz ebeveyni çocuklarını tepesine çıkardı. Her yer ebeveynlik kitabı kaynıyor. Yetişkinler hem kendi çocukluklarını hem kendi çocuklarını terapistlere götürüyor. “Aman çocuğum mutlu olsun”diye uğraşıyorlar. Çocukları şımartıp tepelerine çıkarıyorlar. Biz böyle görmedik. Yeni nesilden korkuyoruz. Ekran bağımlısı, bencil, şişman, kaba saba tiplere dönüştüler. Aman Berkesu’nun eline taş değmesin diye ana babalar helak oldular.Doyumsuz bir jenerasyon...Kitap okumaz, kendini ifade edemez...Organik alacağım diye düzgün besleyeceğim diye yırtınıyor ebeveynler. Ne gerek var? Biz çok daha zor şartlarda büyüdük. Dayak da yedik. Mis gibi insan olduk. Çok yanlış yapıyorlar. Kınıyorum.


Çocukları yarış atı yaptık. Üç soru fazla yapsınlar da iyi okullara gidip sistemin dişlileri arasında bir parça daha az ezilsinler diye uğraşıyoruz. Biz gördüklerimizi beğenmedik, hala canımız yanıyor o dayağın acısıyla, çocuklarımız o acıları çeksin istemiyoruz. Sokağı aldık çocukların elinden. Biz koşar, atlar, zıplar atardık stresimizi. Şimdiki çocukları hapishaneden hallice okullara tıktık. İnsan doğasına terstir bu kadar uzun süre oturmak. Otursunlar diye ellerine ekran verdik. Ekrana, şekere, içinde bağımlılık yapıcı envai çeşit madde bulunan abur cubura düşkün olmasın diye mücadele verdiğimizde “Çok şeyeden ebeveyn” damgası yedik. Çok şeyetmeyip saldım çayıra diyen çoğunluk gibi davrandığımızda, çocuklar o katkı maddeli yiyecek ve o vurdulu kırdılı ekran içeriği yüzünden düz duvara tırmanır oldu. O zaman da uzaktan bakıp cık cıkladınız. “Bir tane çaksan böyle yapmaz” dediniz. Şimdinin çocukları niye şişmanmış? Sen niye şişmansın? Ben organik beslemek için kırk takla atıyormuşum. Manyak mıyım ben? Niye zaman, para, enerji kaybedeyim? Sen içine zehir koyma meyve sebzenin, ben de temizini bulmak için böyle çırpınmayayım. Çocuklar kendini ifade edemiyormuş. Aile sohbetleri, aile yemekleri bitmişmiş. Geleyim saat 5’te işten, kurayım 5.30 da soframı bak nasıl sohbet ediyorum. Hepimiz köye taşınmaya çalışıyormuşuz. Ne kadar meraklıymışız antin kuntin işlere. Küçücük yaşamak, çocuklarımızı görebilmek, belki ayaklarının toprağa basabilmesini istiyoruz. Bu sebeple yurtdışına taşınıp bilmediğimiz topraklarda sevdiklerinden uzakta kıvrım kıvrım kıvranmayı, senin eleştirilerine tercih eder olduk. Bırak. Sen de aynı gemidesin. Hepimiz sistem hatasıyız. Eleştireceğine bir şey yap. Ucundan tut. Yardım et. Çocuğuma sağlıklı bir şey pişir. Çocuğuma kitap oku. Çocuğuma bildiğin eski oyunları öğret. Benim sırtımı sıvazla ben çocuğuma sert çıkarsam. Yoruldun de. O çocuktur sen hoş gör de. Al götür çocuğu. Sev beni de çocuğumu da. Şımarıklık bizimki değil. Uğraşmanız gereken tipler bizimkiler değil. Bizimkiler savaş görmedi evet ama bu da bir tür savaş. Gıda teroru, trafik teroru, sınav terorü ile mücadelede,ana babasız, akrabasız, komşusuz, topraksızız.


Sevgili “çokşeyeden yeni nesil ebeveyn” Size çok okuduğunuzu söyleyecekler. Bunu söyleyen kişilerin en az beş ebeveynlik kitabının yalnızca adını söylemesini isteyin. Hatta abartıp son okuduğu her hangi bir kitap adını da sorabilirsiniz. Söyleyemiyorsa gülümseyip uzaklaşın. “Bilmemek değil ögrenmemek ayıp” evet ama bilginin belli bir kesim için bu kadar kolay ulaşılabilir olduğu bir çağda, öğrenmemek, öğrenmeye direnmek, öğrenenle uğraşmak da ayıp. Size çocuğunuza vurmanızı, ekran önünde uzun uzun bırakmanızı, ağlamaya bırakıp kapıyı kapatmanızı, ceza vermenizi, sabah erken saatten akşam geç saate kadar bir kuruma bırakmanızı ve bunun normal olduğunu söyleyecekler. Norm olan/ normal olan doğru olan değildir. Çoğu norm, çocuklar söz konusu olunca, inanın patolojiktir, acilen kurtulunması gerekendir. Size o kadar sarılmamanız, oturup çocuğunuzla oynamamanız gerektiğini söyleyecekler. Çoğunun içindeki yaralı çocuk tarafıdır bunu söyleten. Bir yetişkinin sarılmadan büyüttüğü, ebeveyniyle hiç oynamamış bilakis ihmal edilmiş bir kişinin isyanıdır aslında o sözler. “Ben sarılamıyorum, ben oynayamıyorum, ben çocuklarla fiziksel ihtiyaçları gidermek dışında zaman geçirmeyi bilmiyorum ve bundan dolayı da çok üzgünüm. Keşke çocukken bunları alabilseydim de şimdi verebiliyor olsaydım” demek yerine “Sen çok şeyediyorsun” çıkıyor ağızdan. Sadece sarılmak işe yarıyor bazen. Büyük, çok büyük çocuklarda da...Size çocukların hayatın gerçeklerini öğrenmek için televizyona ihtiyaçları olduğunu söyleyecekler.Hayatın gerçekleri kim kimi nasıl öldürdü, hangi kaza nasıl oldu defalarca detaylarıyla anlatılan, sürekli savaş top tüfek görüntülerinin döndüğü haberlerden öğrenilmez. Siz de izlemeyin. Olabildiğince temiz ve bağımsız haber kaynaklarına yönelin. Travmatize olmayın. Çocuğunuzu travmatize etmeyin. Korku dolu ve umutsuz insanlara dönüşmek böyle böyle oluyor. O zaman çaresiz sanıyorsunuz kendinizi. Iyi haberleri de okuyun. Bizzat kendiniz iyi haber olun. “İstanbul’da yaşayan Jale ve Hakan (34) çocuğuna haklarını teslim ediyor, ona iyi bakmaya çalışıyor, sevgi dolu bir aile atmosferi sunmak için çabalıyorlar” Bireysel düzeyde verilen mücadele, toplumsal değişime katkıda bulunur.


Sevgili “çokşeyeden yeni nesil ebeveyn”, Çorap giydirmek için tüm gün mücadele vermek , yemiyor diyerek kafasını çeviren bebeğin ağzına yemek tıkıştırmak ve her gün -mesela- banyosunu yaptırmadan uyutmamak için mücadele vermek, fiziksel ihtiyaçlara fazlaca odaklanıp büyük resmi görmeni engelliyorsa, çok yorulabilir, tahammülsüz birine dönüşebilirsin. O zaman “Giyinmek abartılan bir konu. Bir çok memlekette çocuklar çıplak ayakla gezer. Alışkanlık meselesi. Çocuklar genelde çorabı ve kat kat giyinmeyi sevmezler. Ben üşüdüğünde giyinme, acıktığında yeme, doyduğunda bırakma becerisi üzerinde çalışabilir miyim?” diye kendine sorabilirsin. Duygusal ihtiyaçlar en az fiziksel ihtiyaçlar kadar önemlidir. Yemek meselesenin büyük kısmı duygusaldır. Aramızdaki ilişki, yemekle ilişki birbirine bağlantılı.Mideleri küçük.Ve “masallah tosuncuk” yetiştirmeniz sizi iyi birer anne baba yapmaz. Bugünün çocuklarını derdi ya açlıktan ölmek ya da aşırı yemek/ oturmak (ki bu sistemsel bir sorun, bu nedenle bireysel düzeyde aşırı mücadele veriyoruz) Hem inanın, eğer bir sağlık problemi yoksa, yeterince hareket edip yeterince oksijen alınca mutlaka yiyorlar. Yeterince hareket etmek ve açık hava şart. Açık hava demişken “Aman çocuk üşür” endişesiyle dışarı çıkarmamazlık yapmayalım, kreşlerden okullardan bahçeye çıkarmamayı talep etmeyelim. Üşümez. Üşürse de bir şey olmaz. Bazı insanlar bebekleştirmeyi bilirler. Kırk yaşına da gelsen senin bir birey olduğunu kabul etmezler. Sen bu duruma çok bozuksun biliyorum. Bak bu da aynı şey. Böyle böyle başlıyor ve giderek dozu artıyor korumacılığın. Hani adam yerine konmamaktan şikayet ediyorsun ya, o işte birden onsekiz oldun, artık seni sayıyorum diyerek olmuyor. Şikayet ettiğimize dönüşmek istemiyorsak, şimdiden bazı şeyleri farklı yapabilmek için çabalayacağız. Kolay değil. Her gün kendini motive etmek zor. Her gün insanlara kafa tutmak, sürekli yargılanmaktansa artık bırakma isteğine sebep oluyor. Kendin gibileri bul. Değerlerini hatırla. Onlar sana güç verecektir. Motivasyonunu değerlerinden alabilir misin?


Aman çocuk üşür” den “Aman çocuğun kalbi kırılır” tarafına geçiyoruz yavaş yavaş ; elbet abarttığımız olacak. Hele ki kendi kırık kalbimizi elimizde taşıyıp, herkese “Bak uf oldu” diye göstermek isteyen çocuk tarafımız orada öylece duruyorsa...O çocuk tarafına bakmadığın sürece ya “Erkek ol bakayım. Ağlama. Cici kızlar ağlamaz” diyenlerden olacaksın ya da en ufak bir ağlamada senin de yüreğin dağlanacak. İki uç...”Aman çocuğum en ufak bir hayalkırıklığına uğramasın veya gitsin dayağını da yesin öğretmeni de bağırsın öyle güçlensin “ demek yerine “Sağlıklı hayalkırıklığı yaşanmasına izin verebilir miyim? İstismara uğramasına izin vermeden, bir parça uzakta durarak baş etmesine izin verebilir miyim? Kalbi elbet kırılacak. Olabildiğince yanında olabilir miyim? Bir şeyleri elbette kaçıracağım, fark edince tamir edebilir miyim?”e niyetimizi koyalım. Çocuğumuz en temiz giyinen, şekilleri kutudan en hızlı atan, öğretmenini en iyi dinleyen, iki yaşında yüze kadar sayan bir çocuk olmasın demiyorum, isterseniz olsun ama bunlar olmasa dünyanın sonu değil. Yüzü gülen, neşesi keyfi yerinde, becerikli, kendine yetebilen, kendini ifade edebilen biri olması hayatta çok daha “işine yarayacak”tır. Madem işe yarar beceriler için sistem bizi sıkıştırıyor, gerçek hayatta işe yarayan beceriler işte bunlar. Ebeveynlik kolay değil. Dayanışma içinde olmak şart. Hepimizin çocuk hakları ve ebeveyn hakları için çetin bir mücadele vermemiz gerekiyor. Dinlersek, sarılırsak, okşarsak, oynarsak çocuklar bize müthiş hazinelerle geliyorlar. Bu özel deneyim, mücadelenin yorgunluğunun uçup gitmesini sağlamasa da, kalbi, ruhu, aklı, bedeni yumuşacık sarıp sarmalıyor. İnsan olmanın acısı bir parça diniyor çocuklara sarılınca. Var mı safça sevmek ve sevilmenin iyileştirici gücü başka bir şeyde?





 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, Pınar Mermer tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page